Hasbıhâl: Uzun Vakit Sonra, Sezen Aksu
Merhabalar!
Uzun bir zaman dilimi ardından nihayet buradayım. Bir önceki postlarımda yazmayı ne kadar özlediğimden bahsetmiştim. Şimdi biraz “Hasbıhâl” edelim . Zihin başka şeylerle meşgul olduğunda yazmaya mecali kalmıyor insanın. Önündeki iş de , düşüncelerin arka planında yer alan anlık bir görüntüden ileriye geçemiyor. Mecburi işlerin arasında kaybolurken bir andan da yazacak şeyler ilham çemberime girememişti. Tam yazmaya niyetlenmiş iken , yazıyor iken daha doğrusu iki saat sonra yapacağım işin yersiz endişesi sarıyordu beni .İşte bu engel oluyordu bana. Tam olarak “gönül” dediğimiz şeyin farklı bir boyutta özgür olması gerekiyor bence. En azından bende öyle. Gönlüm rahat olmayınca zihnimle ellerim arasındaki o tarif edemediğim ilişki kurulamıyor bir türlü. Ama şimdi bu gönül rahatlığının büyük kısmı sağlandı diyebilirim, sadece son bir adım kaldı. O adımdan sonra uzun süredir kafeste tutulan bir kuşun , kafesinin açılma anındaki o tarifsiz duyguyu ben de yaşayabileceğim belki de , umarım .
Hayatınızın uzun zaman bir diliminde rutin bir çalışma düzeniniz oldu ise bu durumun tersi vuku bulduğunda oluşan boşluğu da az çok tahmin edebilirsiniz. Uzun zaman sabah kalktığınızda, yolda yürürken, gece yastığı başınıza koyduğunuzda hep o yapmak istediğiniz daha doğrusu yapmak zorunda olduğunuz şey oluyor. Ne çıkartabiliyorsunuz ne de bu düşüncenin sürekli aklınıza geldiğinde susmasına engel olabiliyorsunuz. Yapmak istediğiniz bir şey mi var , hop zorunlu işiniz dürtükler sizi “ dur bakalım önce zorunluluk olan beni aradan çıkarman gerek”diye .
Biraz önce bahsettiğim gibi o sesin düzeyi büyük oranda kısıldı bu günlerde. Ben de oluşan bu “rutin”durumları terk edemeyince -ki terk edilmiyor(edilemiyor)- başka yönlere çevirmeye karar verdim. O uzun zamandır kara bulutlar yerini güneşli günlere bırakmaya lütfedince , ben de o ertelemek zorunda kaldığım işlerime dört bir yandan sarıldım. Mesela resim yapmayı çok özlemiştim . Şimdi aynı “çalışma rutini” olduğu zamandaki gibi kendime günlük hedefler koyuyorum. Gün içerisinde o an ne çizmek istiyorsam onu çiziyorum. Bir eskiz de olabiliyor bu ya da bir tuval çalışması. O an elim hangisiyle buluşmayı uygun görürse, içgüdüsel bir seçim oluyor genellikle. Bir şeyi biri istemeden, tamamen kendi isteğin dahilinde yapınca insanın duyduğu haz tarif edilemez. Zaten yoğun bir şekilde çizmem de bundan kaynaklı, bir kağıt gidiyor , bir kağıt geliyor. Hiç eskiz defteri bitirmemiştim mesela. İnanır mısınız , birkaç sayfa kaldı bitmesine. En çok da ufalan kurşun kalemleri görünce tuhaf bir şekilde duygulanıyorum, bir de bazen çizimlerde kullandığım dolma kalemimin mürekkep değişim safhasında :)
“Hasbıhâl” konuşmamızın devamında sizlere bugünün de önemini anlatayım, gün başlamadan da bir düşünce olur zihninizde. 13 Temmuz 1954 , Sezen Aksu’nun doğumgünü. İyi ki doğmuş “Minik Serçe” ! Benim hep aklımdan geçer, Sezen Aksu doğmasaydı ne yapardık diye . Kişisel bir şeydir mutlaka ama benim alternatifini düşünmediğim/düşünemediğim tek sanatçıdır. Sesinde tarif edilemez bir şey var, her dinlediğinde insanın ruhunda kıpırtılar uyandıran cinsten. Sezen Aksu’nun en çok sevdiğim şarkılarına karar verirken hep zorlanmışımdır, çünkü hepsi birbirinden güzel ama iki tanesi benim için gerçekten eşsiz denebilecek seviyede. İlki “Kurşuni Renkler”. Sözü Sezen Aksu’ya ait, bestesi de Onno Tunç’a. Burada Sezen ile Onno’nun o eşsiz birlikteliğinden bahsetmek lazım. Sezen Aksu’nun çoğu şarkısında bu müthiş duygu birlikteliğinin, aşkın izleri var . Dinlerken eğer biraz kulak kabartırsanız duyuluyor , iki insanın his yankıları. Sen ağlama, çocuklar gibi, bir başka aşk, neden, kavaklar ve daha bir çok güzellik bu müthiş ikilinin eseri. Onno Tunç aramızdan erken ayrıldı, kim bilir belki hayatta olsaydı daha nitelikli müzikler duyabilirdik. Onno Tunç’un vefatının ardından Sezen Aksu’nun gazetelere verdiği ilanda “Sese, söze büründü. Onno diye göründü” cümlesindeki o hissi sizler de duymuşsunuzdur.
Bir diğer eşsiz seviyesinde diyebileceğim şarkı da “Kavaklar”. Metin Altıok’un Öndeyiş şiiri aslında. O müthiş şiir Onno Tunç düzenlemesiyle, Sezen Aksu’nun da sesiyle tarifsiz bir şeye dönüşmüş. Şiiri daha önce okumuştum, çok da severim ama “kavaklar” şarkısını hiç dinlememiştim. Ben ilk duyduğumda daha önce hiç tatmadığım duyguları tattım, zihnim bir şeyleri arıyor gibiydi. Size de öncelikle Metin Altıok’un “Öndeyiş” şiirini okumanızı , daha sonra da Sezen Aksu’nun o eşsiz sesinden “Kavaklar” ı dinlemenizi şiddetle tavsiye ederim.
Bir dahaki “Hasbıhâl” de görüşmek üzere,
Sağlıcakla kalın !
Yorumlar