Fark Etmek

    Genel olarak ; müzik , edebiyat , sahne sanatları , resmi hayatımızın dışında tutuyor gibiyiz. "Sanat" olarak da ele alabileceğimiz bu dallarla uğraşmak lüks olarak görülüyor ;  zaruri bir şey olarak algılanmadığı için ve hayatımızı farkında olmadan -veya olup-  "zaruri" olarak adlandırdığımız görevlerin , işlerin gölgesinde çiziyoruz. Önceliği hep onlara veriyoruz , verdiriyoruz. Bu dallarda profesyonel olmuş kişilere; kurumların yaptıkları işe "lüzumsuz" , "boş" , "aslında olmasa da olur" , "lüks aslında" penceresinden bakıp kendimizi dar bir görüş açısına sahip  ve zorunluluklarla hayatını idame ettiren varlıklar haline getiriyoruz.

      Elbette sorumluluklarımızı birden kenara itemeyiz. Çünkü hayata devam edebilmemiz için gereken elzem şeyi , "para" yı günümüz şartlarında ancak toplumunda "zaruri" olarak algıladığı şeylerden elde edebiliyoruz,  maalesef... Ama ruhu asıl besleyen şeyin - ki ruh ayakta olmadan bedenin de bir anlamı olmaz - bu dallardan geçtiğini bilmiyoruz. Ruhumuzu besleyen bu olgulardan uzak , sadece hayati fonksiyonlarını yerine getirmek üzere programlanmış robotlar gibi ömrümüzü geçiriyoruz. Geçici hazları , kalıcı hazlara tercih ediyoruz .
      Kendini ruhen yetiştirememiş bir insan bedeninin yetişmişliğiyle avunabiliyor . Sadece aynada görebileceğimiz türden özelliklerimizi düzeltmeye uğraşıyoruz veya sadece onlarla övünüp iletişime geçtiğimiz insanlara bunları sergileme çabasındayız. Yani aynanın arka tarafındaki karanlığı irdelemektense, öndeki yansımayı yorumlamaya yatkınız da diyebiliriz . Uğraştıracak türden bir şey olacağı bu "zahmete" girmiyoruz , üşeniyoruz.
     Tam da burada başlıyor yanlışlar , yanılmalar. Çünkü sadece dış görünüş ve genel sorumlulukları önümüze aldığımızda içimizde olan bir parçayı ; ruhu ihmal ediyoruz. Zamanla ruhu körelmiş veya gelişime,değişime açık olmayan kişilere dönüşüyoruz ve bunun farkında değiliz. Aslında bütün zorunlu olarak adlandırdığımız şeylerin de tabanında yatan ve o taban sayesinde  üstüne koyduğumuz tuğlaların  yıkılmadan durabileceği bir desteği çok da ihtiyacımız yok muşçasına (!) ittirip , temeli sağlam olmayan bir yapıda geçiriyoruz günleri. Hayatın tadını çıkarmadan bekliyoruz bu dünyadan göçmeyi.
    Aslında bunları bir lüks olarak görmeyi bırakıp ; aynı yemek yeme , barınma gibi zorunluluklarla beraber ele alsak dünyaya çok farklı bir yerden bakabileceğiz. Örneklemek gerekirse ; bir kitap okuyup , oradaki duyguyu , fikri hissetmek gibi ; bir müzik dinleyip ritimlerinde kaybettiğin o şeyi aramak gibi , sinemada perdenin karşısında büyülenmek gibi , tiyatroda her gittiğin oyunun sadece o an oynandığının ve özel olduğunun, tekrarı olsa da birebirinin mümkün olamayacağı bilincinde olmak gibi...
     Mesele bunları fark etmek de zaten. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cinuçen Tanrıkorur

Dolma Kalem İle Yazılar-1

Aka Gündüz Kutbay