Kâni Karaca
Merhaba!
Musikişinaslarımızı
anlattığım bu serüvende Tanburi Cemil Bey, Aka Gündüz Kutbay, Necdet Yaşar ve Cinuçen Tanrıkorur’dan sonra şimdiki
durağımız yine benzeri pek az
rastlanacak bir üstad, mevlidhan Kâni Karaca. Başlayalım o vakit!
Kâni Karaca, 1930 yılında Adana’nın Adalı köyünde dünyaya gelmiştir. Babasının adı Durmuş Ali Bey, annesinin adı ise Zeynep Hanım’dır. Kâni Bey’in annesi Zeynep Hanım ,Durmuş Ali Bey’in ikinci evliliğidir. Durmuş Ali Bey ilk evliliğinden üç kız çocuğu sahibi olmuş fakat hep erkek çocuğu olmasını istediğinden Kâni Bey’in annesi Zeynep hanımla evlenmiş ve oğlu Kâni doğmuştur. Durmuş Ali Bey’in ilk eşi Döndü Hanım, Kâni Bey’e karşı tutumu onun ileriki hayatını etkileyecek biçimde olmuştur. Kendisinin -nedendir bilinmez- eşine bir erkek çocuğu verememesinden duyduğu tabiri caizse bir eksiklik duygusu vardı. Hem erkek veya kız çocuk sahibi olamamak neden bir eksiklik olsun ki ya da Döndü Hanım neden böyle bir duyguya sahipti? Sonuçta bir çocuğun cinsiyet farketmeksizin sağlıklı bir şekilde dünyaya gelmesi, hayırlı bir evlat olması her anne-baba için bulunulmaz bir nimettir. Ama Kâni Bey’in üvey annesi, bahsettiğimiz ‘her anne-baba’ sınıfına dahil olamayıp bir istisna haline geliyor. Duyduğu bu ‘eksiklik’ duygusu Kâni Bey’in doğumundan sonra daha da alevlenip kıskançlığa dönüyor. Kâni Bey henüz dokuz aylık iken, dünyayı algılamaya yeni başlamış iken üvey annesi Döndü Hanım’ın Kâni Bey’in gözlerine bir tür kimyasal madde dökmesiyle birlikte dünyanın renklerini daha göremeden âmâ olmuştur. Üvey annesi küçük Kâni’nin elinden bir yetisini almış, onu bir ömür boyu bir karanlığa mahkum etmiştir. Kâni Bey yıllar sonra verdiği bir röportajda içinin burukluğunu şöyle ifade etmiştir hatta; ‘Ben hiç görmeyi hatırlamam’. Bizler için empati kurması epey zor bir konu. Kâni Bey’in de ifade ettiği gibi görmeyi hiç hatırlamamak tarif edilmesi zor ve yaşaması da bir o kadar fena olan bir durumdur. Hiç ‘görmeyi’ bilmemek…
Kâni Bey’in yaşadığı trajik olaylar
maalesef bununla sınırlı kalmamış.
Gözlerinin âmâ olmasından kısa bir süre sonra babası Durmuş Ali Bey vefat
etmiş. Babasını kaybettikten sonra iyice yalnız kalan küçük Kâni, kendi öz
annesi tarafından yapacağı evliliklere karşı çıkar gerekçesiyle diri diri
toprağa gömülmeye çalışılmış. Neyse ki, köylüler tarafından son anda
kurtarılan Kâni yaşama bir kez daha sıkı sıkıya tutunmuştur. Bu kadar vahim
olay ile sınanan Kâni Bey verdiği bir röportajda ; “Her iki annenize hakkınızı
helal ediyor musunuz? " sorusuna, “Sadece “Allah’a havale ediyorum” demek ile yetinmiştir. Babası vefat etmiş, annesi tarafından da istenmeyen bu çocuğu, halası Eşeli Hanım yeğeninin daha fazla savrulmasına izin vermeyip yanına alıp
ona yoldaş olmaya ve destek vermeye karar vermiştir. Adana’da halası tarafından
hâfız olması için hocasına emanet edilen Kâni Bey’in işte tam da burası
hayatının dönüm noktasıdır. Adana’da eşsiz sesiyle ve musiki dehasıyla adından
epey zikrettirmeye başlamış. Bir tanınırlığı oluşmaya başlamıştı. Camilerde,
farklı kuruluşlarda çeşitli insanlarla buluşmaya devam ettiğinde herkes onun
sesine, gönlüne hayran kalmıştı. Ayrıca şöyle de söylenir ; “Sahip olduğu
bariton sesle belli bir makamın ses alanından çıkıp başka bir makama geçmek
anlamında kullanılan geçki sanatının birkaç icracısından biridir.” Adana’da
ismiyle yankı uyandıran Kâni Karaca’nın musiki kariyerinin asıl başlangıcı,
İstanbul’a gelmesiyle olmuştur.
Kâni Bey’in
İstanbul macerasını bir sonraki yazımda değineceğim. O zamana kadar kendinize
iyi bakın, görüşmek üzere !
Yorumlar